Sanat ve İnzivanın İzinde Yüzeyin Kabuğunda

Melike Bayık küratörlüğünde gerçekleşen Yüzeyin Kabuğunda sergisi, Aşkın Ercan ve Seniha Ünay’ın eserleriyle insanın hatırladığı, unuttuğu, yıktığı ya da koruduğu doğaya dair yeni ifadeler ortaya koyuyor. Diğer yandan, serginin gerçekleştiği Greenhouse Art Days ise sanat ve inzivayı bir araya getiren Geyikbayırı’nda, insanın kendi içinde de unuttuğu, hatırladığı hatta yeri gelince kendinde yıktığı alanları bir araya getiriyor. Bir tür unutuş ve hatırlayışın boşluğuna çağırıyor.

Geyikbayırı’nda bulunan Greenhouse Art Days, dağların arasında, bölgedeki bitki çeşitliliğinin en çok hissedildiği yerde, güneşin doğuşunu ve ayın ortaya çıkışını her daim gören bir noktada duruyor. Burada sanatla iç içe ve hiçbir dikkat dağıtıcı unsur olmadan, günlük yaşantıların taleplerinden uzak, sadece kendi iç sesimizle kalmak mümkün. Böylece ortaya çıkan şey; istediğimiz her şeye, yaratıcı süreçlere, sanat eserlerine ve sanat pratiğine kesintisiz bir şekilde odaklanmak ve ruha ait yeni bilgiler keşfetmek… Böyle bir yerde, sadece kuş ve böcek sesleri, birkaç insan, sakinlik ve sonsuzca büyüyen dağlar arasında sanat ve yaratıcılıkla kesintisiz bir şekilde olmak kaçınılmaz.

Hafıza ve Direnişin Taşıyıcısı

4 Ekim günü açılan ve doğanın hem şifasını hem de hırçınlığını konu alan Yüzeyin Kabuğunda sergisini de bu kesintisiz odaklanma ve sessizlik içinde keşfettik. Greenhouse Art Days oluşumunun ikinci sergisi olan Yüzeyin Kabuğunda sergisinin küratörü Melike Bayık, Antalya Geyikbayırı bölgesinden ve bu sergiyi de kurgularken kendi Yörük kültürünü ve bu bölgeye dair unsurları göz önünde bulundurmuş. Sergide gördüğümüz eserler; su, toprak, bazı özel ağaç türleri ve dere balıklarına dair yeni bir bakış sunuyor ve doğayı edilgen bir zemin olarak değil, hafıza ve direnişin taşıyıcısı olarak ele alıyor. Yüzeyin Kabuğunda sergisi bu bağlamda sanatla inzivanın rolünü de vurguluyor. Belki de en iyi düşünceler ve üretimler bu inziva yerlerinde, sessizlikte ortaya çıkıyor. Greenhouse Art Days’in doğanın içindeki bolluğu, sanat üretiminin de bolluğunu ve bereketini vurguluyor.

Yüzeyin Kabuğunda bir yandan ekolojik kriz çağında insanın doğayla kurduğu ilişkileri sorgularken, kültürel bellekte suya, toprağa, yeşile ve ağaçlara atfedilen simgesel değerlerin nasıl şekillendiğini keşfediyor; diğer yandan bu değerlerin nasıl toplumlara aktarıldığını ve dönüşüme uğradığını tartışmaya açıyor. Sergideki eserlerle anlam bulan ekolojik tanımlar, efsaneler, ritüeller ve sözlü tarihle görünür hâle geliyor. Böylece doğayla kurulan ilişkinin yalnızca fiziksel değil, etik ve duygusal boyutlarını da görünür kılıyor. Bu çerçevede doğaya yönelen bakış, yalnızca kaynakların tükenişine değil, aynı zamanda kaynakları tüketenler, umarsızca yok edenler sebebiyle anlamların değişimine ve eksilişine işaret ediyor. Yüzeyin Kabuğunda sergisi, bu eksilmenin izini sürerek toplumsal farkındalığı ve bilinç yükselişini yüzeyin kabuğunda değil, onun altında aramayı öneriyor.

Değişimin Doğadaki Derin Etkisi

Sergi, Aşkın Ercan ve Seniha Ünay’ı ağırlıyor. Her iki sanatçı da doğayı yüzeyin kabuğunun altında, derinlerde bir yerlere bakarak yorumluyor. Greenhouse Art Days’in salonunda gerçekleşen sergide her iki sanatçının da eserlerini birbiriyle iletişim içinde deneyimliyoruz. Salonun bir yanında Seniha Ünay’ın Nuray’ın Ormanı adlı eseri, kayıp ve yok olmuş bir orman fikrinden yola çıkarak tek tek yaptığı ağaçlardan oluşan bir çalışma. Bu ormanın tüm ağaçları aslında aynı ağaç. Ünay bu ormanı kurgularken kendi çevresinde yok olan ağaçlar, ormanlar ve doğa tahribatını odağına alıyor. Bu arada Ünay’ın ormanına bir ses yerleştirmesi de eşlik ediyor. Bu ses yerleştirmesinde Ünay, ünlü televizyon programı ressamı Bob Ross’un sesini kullanıyor. Aslında Ross’un cümleleri —“Şuraya küçük bir ağaç çizelim, burada da güzel bir orman olsun.”— Ünay’ın da kendi çizimleriyle inşa ettiği ormanla uyumlu bir hâle geliyor. Yapay ama var olan bir orman, bir zamanlar var olmuş ağaçlar, zaman aşımına uğramış bir doğa varlığından bahsediyor Ünay bizlere. Özellikle de Geyikbayırı ve Greenhouse Art Days’in ormanların arasındaki konumunu düşününce, bu inziva alanı Ünay’ın ormanıyla bir arada, uyum içinde var oluyor.

Seniha Ünay

Seniha Ünay eserle ilgili şunları söylüyor: “Nuray’ın Ormanı, Bob Ross’un Resim Sevinci programındaki doğa imgesinden yola çıkarak Düzce’nin ekolojik ve kentsel dönüşümünü Lefebvre’nin ‘kent hakkı’ kavramı bağlamında tartışmaya açıyor. Bu şekilde bizlere de insan ve insan dışı varlıkların kaybolan manzaralarını kolektif bir bellek ve ütopya bağlamında yeniden düşünmeye itiyor.”

Ünay’ın eseri aslında bireysel bir hafızadan çıkmış durumu kolektif bir alana yansıtıyor. Sadece Ünay’ın hatırladığı bir ormanı değil, hepimizin hatırladığı ve kaybolan ormanlara dikkat çekiyor. Böylece değişen manzaralara ve tanıklıklara yeniden ayna tutuyor.

Suyun Şifası ve Saflığı

Aşkın Ercan’ın Geçmişin Sesi & Zerban adlı eseri ise suyun şifasını sunuyor izleyiciye. Yine Geyikbayırı bölgesindeki su ve hafızayla paralel bir yapıda ilerleyen bu eserde Ercan, suyu anlamanın, dinlemenin ve duymanın iyileştirici yönlerine odaklanıyor. Zerban, bir kayanın kenarından süzülen su ve kaynak; zamanında bir kadının Tanrı’ya dua ederek kendisini suya dönüştürmesini dilediği mistik bir hikâyeye dayanıyor. Söylentiye göre Zerban suyunu içenler şifa buluyor. Ercan, suyu şifanın, saflığın ve gerçeğin kendisi olarak tanımlıyor. Böylece su ve toprakla kurulan kadim kültürlerin belleğini çağırıyor. Ercan’ın eserlerinde suyun hafızası ve kültürel etkileri görülüyor. Su sesi yerleştirmesi ve ona eşlik eden düzenlemeyle birlikte suyun yaşantımızdaki etkisini ve doğadan gelen saf suya dair yapılan tahribatları da bizlere hatırlatıyor. Ercan, sözlü tarih, yerel bilgelikler ve gündelik yaşam pratiklerini, su araştırmalarının odak noktasına alarak sözlü ve yazılı tarihe dair bir tartışma alanı da açıyor.

Yüzyıllardır bildiğimiz şifa türlerinin doğadan geldiğini hatırlatan sergide, şifa yalnızca iyileşme değil; hatırlama, tanıklık etme ve dönüşümle yüzleşme biçimi olarak ortaya çıkıyor. Su ve toprak yalnızca malzeme değil; ilişki kurma, anlam üretme ve dayanışma geliştirme yollarını da içeriyor. Su ve toprağın büyüttüğü tüm canlı ekosistem, bir görünür yaşam kültürü olarak insanlığa rağmen devam edebilmenin güçlü yönünü açığa çıkarıyor. Sergi, doğanın fısıltılarını dinlemeye, unutulmuş olanla yeniden karşılaşmaya, nesli tükenenle bağ kurmaya, görünmeyenle iletişim yaratmaya çağırıyor. Bu bağlamda “yüzeyin kabuğu”, hem bir eşik hem de bir başlangıç noktası olarak konumlanıyor.

Her iki sanatçı da insanın doğayla kurduğu çok katmanlı ilişkiyi, su ve toprağın taşıdığı sembolik ve fiziksel anlamlar üzerinden yeniden düşünmeye davet ediyor.

İzleyiciyi ve sergiyi deneyimleyenleri, yeryüzünün yüzeyinde görünenin ötesine bakarak belleğin, inancın, ritüelin ve kaybın izlerini düşünmeye çağırıyor.

Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu

Oksitosin Tıp ve Sanat Platformu kurucusu Prof. Dr. Elif Vatanoğlu-Lutz ve Greenhouse konseptinin yaratıcısı Züleyha Geels kuruculuğunda hayata geçen Greenhouse Art Days, yaşamın içindeki elementleri sanat yoluyla yeniden ele almayı amaçlıyor.

Prof. Dr. Elif Vatanoğlu-Lutz ve Greenhouse konseptinin yaratıcısı Züleyha Geels, “Yaşama Yön Veren Elementler” sergi serisiyle ilgili şunları söylüyor: “Mağara resimlerinin yapıldığı dönemden günümüz sanatına kadar her dönemde sanat ve doğanın iç içe olduğunun bilinciyle, doğadaki yerimizi yeniden hatırlatmak bizim temel amacımız oldu.”

Lutz’a göre doğa her zaman sanatçıların en önemli ilham kaynağı, en yaratıcı referans noktasıdır. Sanatçılar gözlemleriyle, sezgileriyle, düşünceleriyle doğayı sanatlarının içerisine katabiliyor ve böylece doğa, sanatçının yaratım sürecinde yanında olduğu gibi çoğu kez yaratımının sonucu olarak sanatın nesnesi hâline geliyor.

Geels ise bu bakış açısıyla sanatı galeri mekânından doğaya çıkarmayı çok önemsediklerini belirtiyor: “Hem sanatın iyileştirme gücünü doğaya nakletmeyi hem de doğanın iyileştirme gücüne dikkat çekmeyi hedefliyoruz.” Greenhouse Art Days, insanın doğa üzerindeki etkisini ya da daha doğru bir deyimle tahribatını tanımlayan küresel ısınma, ekoloji, çevre sorunları ve sürdürülebilirlik gibi kavramları sanatın gözüyle yeniden tartışmaya açıyor.

Sanat ve İnzivanın İzinde Yüzeyin Kabuğunda yazısı ilk önce ArtDog Istanbul üzerinde ortaya çıktı.