Hakikatler Sarmalının İçinde: O da Bir Şey mi?

Hakikatler Sarmalının İçinde: O da Bir Şey mi?

Dünya prömiyerini Rotterdam’da gerçekleştiren Pelin Esmer’in son filmi O Da Bir Şey Mi?, İstanbul Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülünü aldıktan sonra 32. Altın Koza Film Festivali’nde sekiz farklı ödülü birden kazanarak senenin en dikkat çeken filmleri arasında yerini alıyor. Film, Söke’de bir film festivaline gelen yönetmen Levent ile Söke’nin yerlilerinden Aliye’nin kesişimini ele alır. Esasında film, insanların kendi kişisel yaşantılarıyla barışık olmama halleri, bu yüzden de çekici kılmak adına gerçeği bükme yahut gerçekleri göz ardı etmeleri üzerine kurulu. Bunların yanı sıra Esmer, kişilerarası iletişimlerde insan acılarının yarıştırılmasını ve ‘O Da Bir Şey Mi?’ sorusuyla bu yarışın tetiklenmesini de iğneliyor. Film, mekan kullanımıyla da hem birbirine yakın hem de birbirine uzak insanların kesişimlerini ustalıkla yansıtıyor. Böylece, O Da Bir Şey Mi? hem senenin hem de Pelin Esmer’in filmografisinde parlayan filmlerden biri haline geliyor.

Yaşayan Mekanlar ve Askıya Alınan Hayatlar

Yönetmen Levent Akgün, Söke’de gerçekleştirilen II. Efes Film Festivali’ne davet edilir. Festival kapsamında bir kısa film yapılması istenir. Ancak Levent’in aklında bir fikir yoktur. Boşanma ve yeni bir proje sürecindeki Levent, buhran sürecindedir. Annesinin evine taşındığında eski 8 mm aile filmlerine bakar. Kendi çocukluğunun, görünmeyen babası ve annesinin hikayesine odaklanır. Bu süre zarfında yıllar önce bir festivalde yollarının kesiştiği 25 yaşındaki Aliye, Efes Oteli’nde hizmetçi olarak çalışır. Aliye, kendi hayatını ses kayıtlarıyla Levent’e anlatır. Babasıyla problemleri, Söke’nin boğuculuğu, Aliye isminin babasının eski aşkının ismi olmasını görürüz. Ancak, Aliye seyirciye ve Levent’e gerçeklik algılarını sorgulatır. Pelin Esmer, akıllıca kurgulanan senaryo matematiği ile Aliye ve Levent’in hikayelerini birbirine kenetlenen zincirler gibi örerek seyircinin kendisini hikayeye vakfetmesini sağlıyor.

Aliye’nin yanı sıra Efes Oteli’nin barında oturan Sökeli sakinler ya birbirlerine ya da yönetmenlere gerçekliği sorgulanabilecek öz yaşam hikayelerini anlatırlar. İnsanlar birbirlerini yaşam hikayelerini kıyaslayarak kendilerini önemli görme eğilimine girerler. Ancak filmin söylemi, her insanın hikayesinin bir evren ve odacık olduğu; böylece her insanın hikayesinin biricik olduğunu ve bir “film” olmak zorunda olmadığı yönündedir. Bu söylem, Esmer’in dar mekan kullanımı, karakterleri en mahrem anlarında görmemiz ve otellerin, evlerin, ofislerin küçük odalarını tercih etmesiyle de desteklenmektedir. Foucault’nun “heterotopya” kavramını da düşünmek gerekir. Zira heterotopya mevcut düzenin dışında kurulan “öteki yerler” olarak tarif edilir. Bu yerler hem gerçek hem mitik olabilen, diğer tüm mekanlarla ilişkisi olsa da onları askıya alan, dönüştüren yahut ayna misali yansıtan mekanlardır.

Filmin önemli mekanlarından olan Aspasia Bar, otel odaları, antik tiyatro ve sinema salonu “gerçek hayat”ın askıya alındığı, geçiciliği, transitliği imleyip gerçekliğin büküldüğü yerlerdir. Gaston Bachelard ise Mekanın Poetikası kitabında mekanların nesnel özelliklerindense insanın kendi imgeleminde ve duygusal dünyasındaki karşılığına odaklanır. Filmdeki dar ve küçük mekanların kullanımı da, Bachelardyen bir okumayla, karakterlerin hem dış dünyaya kapanmaları hem de kendi dünyalarıyla yüzleşmelerini imlediğini söyleyebiliriz. Zira, mekanlar karakterlerin yaşanmışlıklarını yansıtır. Dolayısıyla, Pelin Esmer O Da Bir Şey Mi? ile mekanı estetik kaygıların ötesine taşıyarak İstanbul ve Söke’deki mekanları karakterlerin yaşantılarını yansıtan münferit karakterler haline getiriyor.

Geçmiş, Gerçek ve Öznellikler

O Da Bir Şey Mi?, yönetmenlerin ve insanların kendi yaşamlarına kopukluklarını yansıtmaktan da çekinmiyor. Zira Aspasia Bar’da bir yönetmenin Söke’de geçen çocukluğunda gördüğü imgeleri steril bir şekilde anlatması üzerine Sökeli Gülistan’ın: “Siz insan hikayeleriyle pek ilgilenmiyorsunuz.”, tepkisiyle karşılaşır. Yönetmenlerin “insan”ı merkezine alan filmleri çekmelerine rağmen görece yaşadıkları kopukluklar, insanlara karşı kayıtsızlıkları ve kendi “gerçek”lerine yönelik mesafelerine de dokundurma yaşanır. Levent ve Aliye’nin yolculukları da hem yönetmen hem seyirci hem de sosyal bir varlık olan insan olarak insana ve kendi kayıtsızlıklarına yönelik yüzleşmeleriyle şekillenir.

Bu bağlamda hem Levent hem de Aliye nezdinde kendi geçmişleriyle barışmaları söz konusudur. Levent, kısa filmini çekerek annenin terk etmesi ve baba mefhumunda suçlayıcılığını, kırgınlığını bırakır. Aliye ise filmin sonunda kendini Söke’nin dar sokaklarına bırakarak gereken insanlarla yaptığı yüzleşmeler ve Levent’in kısa filmiyle bunu sağlar. Bir anlamda Truffaut’nun Aile Yuvası (Domicile conjugal) filminde Christine karakterinin Antoine’a dediklerini akıllara getirir. Christine, Antoine’a: “Kendi hayat hikayeni anlatıp aileni suçlamak sanat değildir.”, minvalinde cümle kurar. Levent de filmin sonlarına doğru amfi tiyatrodaki söyleşide gelen soruya şöyle yanıt verir: “Ben gerçekliğin peşinde değilim. Ben kurdun peşindeyim.” Ayrıca, bireysel tecrübelerde ve yaşanan duygularda “gerçek”in geçerliliğini sorgular. Filme konu olan yaşam hikayelerinin doğrudan aktarılması mı, yoksa kişide uyandırdığı his mi “gerçek”tir? Levent’in dediği gibi: “Gerçek kimin umurunda?” Mesele gerçeğin kendisinden öte insanın kendi hikayesiyle barışıp devam edebilmesidir.

Nihayetinde, O Da Bir Şey Mi? bireyin kendi ve başkalarının yaşantısına kayıtsızlığı, gerçekle ilişkisi ve yaşantıların kıyaslanması üzerinden insanın kendi değerini biçmesini irdeleyen bir anlatı sunuyor. O Da Bir Şey Mi? filmini hala sinemalarda izleyebilirsiniz!

The post Hakikatler Sarmalının İçinde: O da Bir Şey mi? appeared first on Bağımsız Sinema.